Gazze savaşı, İsrail’in uluslararası hukuka göre en ağır suç olarak kabul edilen soykırım suçunu işleyip işlemediği konusunda küresel bir tartışmaya yol açtı.
Hamas tarafından yönetilen Sağlık Bakanlığı’na göre, İsrail’in askeri saldırısı Ağustos ortası itibariyle Gazze’de çoğu sivil 61,000’den fazla insanın ölümüne neden oldu.
Bu saldırılar, Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirdiği ve 1.200 kişinin öldüğü, 251 kişinin de Gazze’ye kaçırıldığı saldırıya cevaben başlatılmıştı.
Çok sayıda kişinin öldürülmesi ve yıkımın büyüklüğü geniş çaplı kınamalara yol açtı.
Aralarında Türkiye ve Brezilya’nın da bulunduğu çok sayıda devlet, insan hakları grupları ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından atanan bazı uzmanlar İsrail’in Gazze’deki tutumunun soykırım teşkil ettiğini savundu.
Aralık 2023’te Güney Afrika, 1948 Soykırım Sözleşmesi’nin ihlali nedeniyle İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda (ICJ) dava açtı.
Mahkeme bir ay sonra, bir ara kararla Filistinlilerin “soykırımdan korunmak için makul hakları” olduğuna karar verildi.
Hakimler, Güney Afrika’nın şikayet ettiği bazı eylemlerin, kanıtlanması halinde, sözleşme kapsamına girebileceğini söyledi.
İngiltere ve Almanya da dahil olmak üzere Batılı hükümetler İsrail’in eylemlerini soykırım olarak tanımlamaktan büyük ölçüde kaçındı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, bu terimi kullanmanın bir siyasi liderin haddine olmadığını, ancak “tarihçilerin, zamanı geldiğinde” karar vermesi gerektiğini söyledi.
İsrail soykırım iddialarını “apaçık yalanlar” olarak şiddetle reddederek güvenlik ve meşru müdafaa hakkını kullandığında ısrar etti ki bu argüman en güçlü müttefiki ABD tarafından da yankılandı.
Peki soykırım ne demek ve bunun geçerli olup olmadığına kim karar verebilir?
Soykırımın tanımı nedi?
Bu terim 1943 yılında Yahudi-Polonyalı avukat Raphael Lemkin tarafından Yunanca “genos” (ırk veya kabile) kelimesiyle Latince “cide” (öldürmek) kelimesini birleştirerek türetildi.
Dr. Lemkin, kardeşi dışında ailesinin tüm fertlerinin öldürüldüğü Holokost’un dehşetine tanık olduktan sonra, soykırımın uluslararası hukukta bir suç olarak tanınması için kampanya yürüttü.
Onun çabaları, Ocak 1951’de yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nin Aralık 1948’de kabul edilmesini sağladı.
2022 yılı itibariyle 153 ülke tarafından onaylandı.
Sözleşmenin ikinci maddesi soykırımı “ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri” olarak tanımlıyor:
Sözleşme ayrıca imzacı devletlere soykırımı “önleme ve cezalandırma” konusunda genel bir görev yüklüyor.
Neyin soykırım olduğuna kim karar veriyor?
BM, bir durumun soykırım teşkil edip etmediğine kendisinin karar vermediğini ve sadece uluslararası mahkemeler gibi yetkili yargı organlarının bunu yapma yetkisine sahip olduğunu belirtmektiyor.
Bugüne kadar sadece birkaç vaka uluslararası hukuk kapsamında soykırım olarak kabul edildi: Ruanda’daki 1994 soykırımı, Bosna’daki 1995 Srebrenitsa katliamı ve Kızıl Kmerlerin 1975’ten 1979’a kadar Kamboçya’daki azınlık gruplarına karşı yürüttüğü kampanya.
ICJ ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) soykırım konusunda karar verme yetkisine sahip en önde gelen uluslararası mahkemeler.
BM ayrıca Ruanda ve eski Yugoslavya’daki soykırımları ele almak üzere özel amaçlı mahkemeler kurmuştu.
ICJ, BM’nin devletler arasındaki anlaşmazlıkları çözmekle görevli en yüksek yargı organı.
Devam eden soykırım davaları arasında Ukrayna’nın 2022’de Rusya’ya karşı açtığı bir dava da bulunuyor.
Kiev’e göre Kremlin, Ukrayna’yı Donbas’ta soykırım yapmakla suçladı ve bunu işgal için bir bahane olarak kullandı.
Bir başka örnek de Gambiya’nın 2017 yılında Myanmar’a karşı açtığı dava.
Ağırlıklı olarak Budist olan ülkenin, köylerinde “yaygın ve sistematik temizleme operasyonları” düzenleyerek Müslüman Rohingya azınlığa karşı soykırım uyguladığını iddia etti.
2002 yılında Roma Statüsü uyarınca kurulan ICC, bireyler hakkında kovuşturma yapıyor.
Anlaşmayı yalnızca 125 devlet onayladı. ABD, Çin, Rusya ve Hindistan gibi nüfus, ekonomi, toprak ve askeri güç olarak dünyanın en büyük ülkeleri ise anlaşmayı onaylamadı veya sonradan imzasını çekti.
Soykırım iddialarını da soruşturan ICC şu ana kadar sadece, yaklaşık otuz yıllık iktidarının ardından 2019 yılında devrilen eski Sudan Devlet Başkanı Ömer Hasan Ahmet El Beşir hakkında suç duyurusunda bulundu.
El Beşir hâlâ kaçak durumda.
Ulusal yasama ve yürütme makamları “soykırım” terimini kullansa da, BM bu tür kavramların bu ülkelerin sınırlarının ötesinde yasal bir ağırlık taşımadığını söylüyor.
Örneğin, Joseph Stalin’in kolektifleştirme politikalarının bir sonucu olarak 1932-33 yıllarında Ukrayna’da milyonlarca kişinin açlıktan ölmesine neden olan Holodomor, son yıllarda çeşitli hükümetler ve parlamentolar tarafından soykırım olarak kabul edildi.
İngiltere ise, soykırımın ancak yetkili mahkemeler tarafından verilen kararların ardından tespit edilmesine yönelik yerleşik politikası nedeniyle bunu yapmadı.
Sözleşmeye dair eleştiriler var mı?
Bu BM anlaşması kabul edildiği günden bu yana, çoğunluğu belirli vakalara uygulanmasının zorluğundan hayal kırıklığına uğrayanlar tarafından olmak üzere, çeşitli yönlerden eleştiriliyor.
Bazıları tanımın çok dar olduğunu savunurken, diğerleri aşırı kullanım nedeniyle değerinin düştüğünü söylüyor.
ICC ile çalışmış bir soykırım uzmanı olan Thijs Bouwknegt AFP’ye verdiği mülakatta “Soykırım eşiğini aşmak neredeyse imkânsız” diyor:
“Bir kasıt olduğunu kanıtlamak zorundasınız – ve bu kasıt, yaşananların tek olası açıklaması olmalı.”
Diğer bazı yaygın eleştiriler arasında hedef alınan siyasi ve sosyal grupların dışlanması ve kaç ölümün soykırıma eşit olduğunun belirlenmesi yer alıyor.
Bouwknegt, herhangi bir mahkemenin soykırım olup olmadığı konusunda karar vermesinin yıllar alabileceğini söylüyor.
Ruanda örneğinde, BM tarafından kurulan mahkemenin soykırımın gerçekleştiği sonucuna varması neredeyse on yıl sürdü.
ICJ, 1995 yılında yaklaşık 8.000 Müslüman erkek ve çocuğun katledildiği Srebrenitsa katliamını ancak 2007 yılında soykırım olarak tanıdı.
York Üniversitesi’nde kriminolog olan Rachel Burns, faillerin çok azının işledikleri suçlardan dolayı hüküm giydiğini söylüyor:
“Ruanda, eski Yugoslavya ve Kamboçya’daki faillerin gerçek sayısı bilinmiyor, mahkum edilenlerin sayısı ise birkaç kişiden ibaret.”
Uzmanlar bir olayın yasal olarak soykırım olarak tanımlanması durumunda, sözleşmeyi imzalayan ülkelerin diplomasi, yaptırımlar ve hatta askeri müdahale yoluyla bunu önlemek veya durdurmak için adımlar atmakla mükellef olduğunu söylüyor.
Gizliliği kaldırılan ABD belgelerine göre ABD’li yetkililer, sözleşmeden gelen yasal ve siyasi yükümlülüklere maruz kalmamak için Ruanda soykırımı sırasında çok sayıda kişi öldürülürken “soykırım” kavramını kullanmaktan bilinçli olarak kaçınmıştı.
Burns “BM tanımına rağmen hala tanımlama, harekete geçme ve kovuşturma konusunda bir başarısızlık var” diyor